4 Ocak 2017 Çarşamba

PARTİLİ Mİ PARTİZAN MI?


Anayasa’nın 101. Maddesinde “cumhurbaşkanı seçilen kişinin varsa partisi ile ilişiği kesilir” hükmü var.
AKP-MHP anayasa değişikliği önerisi bunu metinden çıkardı. Böylece partili cumhurbaşkanlığı ilkesi benimsenmiş oldu.


*
Haydi diyelim ki, doğrudan halk tarafından seçilen bir makam için partisizlik aramak, eşyanın doğasına aykırıdır. Böyle bir yasak, cumhurbaşkanlığı üzerinde siyasal amaçlı baskılar yaratabilir ve bu baskılar söz konusu makamın çalışmasını engelleyecek boyutlarda olumsuz sonuçlar doğurabilir. Yasağın ortadan kaldırılması uygundur!
Ama AKP-MHP tasarısı kaldırdığı hükmün yerine başka hiçbir şey koymadı. Cumhurbaşkanının partililik hali tanımlanmadı.
Eğer toplumda partililik niteliğinin anlamı konusunda oluşup paylaşılmış yerleşik ortak bir görüş olsaydı, anayasadan bu konuda yön göstermesi istenmeyebilirdi. Ne var ki ortak görüş bir yana, kimileri bunun bir partinin genel başkanı olma hakkı anlamına geldiğini söylerken, kimileri de bir siyasal partiye mensubiyetin “iz”ine sahiplikten ibaret olduğunu söylüyor.   
*
Bu konuya benzer bir örnek, belediye uygulamalarımızda var.
Türkiye’de 1963 yılından beri belediye başkanları partili belediye başkanı. Belediye başkanları o tarihe kadar meclisin içinden ya da dışından ama meclis tarafından seçiliyordu. 1963 yılında çıkarılan 307 sayılı yasa, başkanların meclis gibi doğrudan halk tarafından seçilmesi kuralını getirmişti.
Bu kuralla birlikte, yasada partili başkanlığın sınırları da belirleniyordu. Ortak görüş şuydu: Başkan siyasal seçimle sandıktan gelecek. Ama görevi süresince parti faal hizmetlerinde görev almamalı.
Yasama sürecinde bu görüş uygulamaya yön verecek biçimde kaleme alınarak şöyle bir hüküm kuruldu: Seçilen belediye başkanları, bu görevlerinin devamı süresince siyasi partilerin genel merkezlerinde vazife alamayacakları gibi il ve ilçe idare kurulu başkan ve üyeliklerinde de bulunamazlar.
Bütün taraflar için gerekli ve anlamlı görülmüş olmalı ki, zamanın tutanaklarında bu düzenlemenin herhangi bir itiraza ve tartışmaya konu olmadığı görülüyor. Uygulama yarım yüzyılı aştı. Bu süre içinde belediye başkanları seçildikten sonra ‘artık tüm beldenin başkanıyım’ diyerek kamu hizmetlerini hiçbir siyasal ayırım yapmayacak biçimde yürüteceklerini ilan ederek iş gördüler. Partilerin başkanlar üzerindeki baskısı elbette hiç bitmedi. Başkanlar da partilerini kontrol etmek için didişip durdular.
Ama kamu hizmetlerini görmek bakımından partililiği partizanlığa dönüştüren her uygulama, ilgili belde halkından ciddi tekiler ve uyarılar aldı. Belli bir dengeye varıldı.
Dengeyi hiç kuşkusuz, partili belediye başkanlığının tanımını yapan yasa hükmü sağladı.  
*
AKP-MHP önerisinin Anayasa Komisyonunda görüşülmesi 30 Aralık 2016 sabahı bitti. Komisyonda epeyce değişikliğe uğratılan, 21 maddeden 18 maddeye düşürülen metinde partili cumhurbaşkanlığı konusu Komisyona geldiği haliyle bırakıldı.
Komisyon da partililiğin tanımını yapmadı.
Cumhurbaşkanının, mecliste çoğunluğu oluşturacak bir siyasal partinin genel başkanı olması, bunu destekleyen başka hiçbir şey olmasa bile, kuvvetler ayrılığı ilkesini kendiliğinden boşa çıkarıyor. Somut olarak söylersek, milletvekili aday listeleri, genel başkan/cumhurbaşkanının çekmecesinden çıkacak. TBMM yani ülkenin yasama organı, cumhurbaşkanı yani yürütme organı tarafından kurulacak. AKP-MHP’nin kuvvetler ayrılığına dayanan bir anayasa değişikliği yaptık sözü, içi boş bir söz.
Siyasal sistemimizin tek-partili değil, çok-partili olduğunu yinelememize gerek var mı? Cumhurbaşkanına hem bir siyasal partinin genel başkanlığı yetkisini hem de “devletin başı” unvanını vermek, basitçe parti-devlet inşa etmek demek. Bu sistemde cumhurbaşkanının devletin başı sıfatıyla “Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder” sözü ise, hiçbir gerçek mekanizması olmayan kof bir söz.
Yanlış yaratan boşluk giderilir mi? Belki.
Ama en iyisi, bu yalap şalap tasarının geri çekilmesi. 


[BAG, Aydınlık, 4 Ocak 2017]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder