18 Haziran 2017 Pazar

VÜCUDA SAPLANMIŞ BİR MIH!

VÜCUDA SAPLANMIŞ BİR MIH!
Avrupa sömürgecileri ile onları izleyen Amerikan emperyalizmi, ona olumlu ve yüceltici anlamda Şark Efsanesi diyorlar. Hayranları ve yandaşlarının “bataklıktaki çiçek” dedikleri bu kurum, nesnel görüntülü uzmanlarca uzun süre “bu yalnızca idari ve mali bir kurumdur, siyasetle ilgisi yoktur” diye savunulmuştu. Ama o, 1921-1922 yılı raporunda, kendisini Sevr Anlaşması’na göre yeniden yapılandıracağını ilan ederek, en yüksek siyasetin asıl oğlanlarından biri olduğunu resmen belgeye vurmuştu.
Sonraki yıllarda, Osmanlı’yı parçalayıp Türkleri tarihe gömmeyi amaçlayan Sevr’in mali hükümlerini onun yazdığını herkes öğrendi. Bir hatası vardı. Sevr’i yürürlüğe sokabileceklerini düşünmüş, Türk Devrimi’ni hesaba katmamıştı.
Duyunu Umumiye’den söz ediyorum. Osmanlı Devlet Borçları İdaresi’nden…
*
Borç İdaresi 1881 yılında kurulmuştu. 1918 – 1923 arasında Sevr yürürlüğe girer diye beklemişti. Karşısında Ankara Hükümeti’ni buldu. Anadolu’dan sürüldü. Nisan 1923’e gelindiğinde İstanbul’da bile iş göremez oldu. 24 Temmuz 1923 Lozan Anlaşması’yla uluslararası alanda da düştü. 1924 – 1928’de paracıklarını tahsil edemedi. 1928 yılında bir anlaşmaya razı olup Paris’e taşındı. Adını da değiştirdi. Adı Eski Osmanlı İmparatorluğu'nun Taksim Edilmiş Devlet Borçları Meclisi oldu.
Yeni adı ve mekanıyla, Türkiye’den ne koparabilirse koparmak için çalışıp durdu.
*
1930 yılının ilk yarısında Times ve Daily Telegraph gazeteleri, hiç kesmedikleri yaygaralarını iyice yükseltmişlerdi. “TC ödemelerin ertelenmesini istiyor; dış borçların taksitlerini geciktirecek” diye yazıp duruyorlardı. Kendilerine “Osmanlı alacaklıları” diyenler, 18 Haziran 1931 tarihinde Paris basınına bir bildiri gönderdiler. Bu bildiri adeta muhtıra gibi, devletlerin masalarına taşındı.
Sonuçta “alacaklılar” ile Türkiye arasında bir protokol imzalandı. Bunun yasa haline getirilmesini istediler; istediklerini aldılar. TC Hükümeti ile Osmanlı duyunu umumiye hamillerinin mümessilleri arasında 22 Nisan 1933 tarihinde imzalanan itilafnamenin onayı hakkında yasa… Ama tatmin olmadılar. Borçlara karşılık çıkarılan tahvillerden bazılarının “şüpheli” olduğunu ileri sürdüler. ‘Ekspertiz Komisyonu kurulsun’ dediler. O da yapıldı.
*
Otuzlu yıllar boyunca süren, bitmek bilmez, haksız ve uluslararası hukuk kılıklı taleplerden gına getiren hükümet, 1940 yılında bir Bakanlar Kurulu kararı çıkarıp Paris’e çadır kurmuş bu kurumla tüm ilişkilerini kestiğini ilan etti. Alacaklının böylesi “bu Paris’li kuruluşla hukuken ilişkim kalmamıştır” denmesini kabul eder mi? “Hukuk” mücadelesine giriştiler. Gerekçeleri de saf “hukuksal”dı: Konu yasa ile düzenlendi, diyorlardı; “yasa hiç kararnameyle kaldırılır mı?”
Bunlar gerçekten ilginç bir türün temsilcileri. 1939 – 1945 arasında yaşanan savaştan bile etkilenmemiş görünüyorlar. Taa 1949 yılına kadar….
Sesleri ancak o yıl kesildi. Bir protokol imzalandı ve bunların Türkiye ile ilişkileri “hukuken” 1949’da ortadan kalktı.
*
Bu idareye “devletin vücuduna saplanmış bir mıh!” diyenler, bu berbat şeyi vücuttan çıkarmak için çok çalıştılar. Mizancı Murat fakültede verdiği derslerde öyle dermiş. Bir ara onu da İdare’ye almışlar; ama görevi kısa sürmüş.
1911 yılının Maliye Bakanı Cavit Bey’in “bu İdare’yi sevmediğimizi kim söylüyorsa, vallahi yalandır billahi iftiradır” tadındaki sözleri de kayıtlarda duruyor. Bakan o İdare’yi savunmaktan hiç ama hiç vazgeçmemiş!
Vücuda saplanmış mıh, vücutta çok uzun süre kalmış. Bunlara son “borç” taksidi 1954’te ödendiğine göre, 1881’den 1954’e tam 75 yıl…
Ne kadar uzun bir süre!

Şaşırtıcı olan, böyle bir deneyime sahip olan Türkiye’nin aynı suya dalıp dalıp çıkmaya çalışması. Çoktan öğrenmiş olmamız ve bağımsız kalkınma yolunun gerçekçi planını çizmiş olmamış gerekmez miydi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder