10 Temmuz 2017 Pazartesi

“The Mektup” Üzerine


The Mektup, Kılıçdaroğlu adına Avro-Atlantik gazetelerinde yayınlanan açık mektup.
Küresel demokrasi projecilerini göreve çağıran kara bir belge.
1
The Mektup, yürüyenlerin Türkiye vatandaşları olduğunu ilan eden bir belge. Anayasal hiçbir değeri, fiilen de kendisi var olmayan bu sıfat, ülkemizde liberal, gerici ve bölücü hareketlerin anayasaya yerleştirmek istedikleri siyasal sıfat. The Mektup, bu tercihiyle, yürüyen harekatın başında, Türk vatandaşlığı sıfatını ortadan kaldırmak, böylece Türk Milletinin yapı taşını yerinden oynatmak isteyenlerin bulunduğunu gösteriyor.
2
The Mektup, “dünya aşırılıkçıların, dar görüşlü popülistlerin ve diktatörlerin yükselişine sahne oluyor” saptamasını yapıyor. Tuhaf bir dil. Daha doğrusu, fazla Amerikanca.
*
“Aşırılıkçılar”…Amerikan menşeli medeniyetler çatışmasının doğrudan ürünü olan ılımlı – aşırı/radikal İslamcılar ayırımı. Buna ek olarak, ılımlı laikçilik de denen sekülerlik ile katı laikçilik denen laiklik cepheleşmesi. Yani The Mektup, Atlantikçilerin ılımlı İslamcılık ve sekülercilik tercihinin yanındayım diyor.
“Dar görüşlü popülistler” ve “yükselen diktatörler”… Bunun adı üstünde. The Mektup, küresel tekellerin açgözlü çıkarlarına karşı kendi ulusunun yararını ilk sıraya koyan halkçı siyasetlere karşı savaşmak hevesinde olduğunu söylüyor. Verdiği örneklerden belli ki, Arap Baharının ve Renkli Devrimlerin hedeflerini paylaşıyor. Libya’da, Mısır’da, Irak’ta, Suriye’de, bu çizgide yer alan Venezuela gibi kimi Latin Amerika ülkelerinde yaşanan zor ve acı olayların sorumluluğunu, bu ülkelerin “popülist” ve “diktatör” dediği önderlerine yıkıyor.
İnanılır gibi değil!
Bunları istila ve işgal eden, nükleer ve kimyasal silah yapıyorlar/yapacaklar/yapabilirler yalanlarıyla perişan eden emperyalizme değil; bu ülkelerin halklarına ve önderlerine saldırıyor.
3
Daha da ileri gidiyor ve Türkiye’yi de bu sınıfa koyuyor.
The Mektup “uluslararası çapta yeni demokratik araçlar geliştirmeli ve bunları paylaşmalıyız” diyor.
Atlantik dünyası ne zaman “demokratik” dediyse, ardından yeni tipte bir sömürgecilik düzeni ve acı işgaller, hatta El Garib işkencehanesi gibi insanlık ayıpları geldi.
HDP/PKK’nın ağzındaki nakarat gibi! Bunlar da ne zaman “demokratik” dedilerse, sonra hep birlikte bunların hendekçilik, özsavunma/özerklik/özyönetim ilanı falan gibi şeyler olduğunu, milletin ve ülkenin bölünmesi anlamına geldiğini gördük.
Şimdi biz, The Mektup’un bu işlerin mimarı liberal demokrat cenahı göreve çağırdığını satır aralarında değil, açık satırlarında okuyup dururken , “uluslararası çapta demokratik araçlar” sözünden daha başka ne anlayabiliriz ki!
4
The Mektup “dünya”ya çağrısını yaparken kendi etiketini de alnına yapıştırmış bulunuyor. Aşırılık, popülizm ve diktatörlerin yükselişine karşı “liberal demokratlar nasıl yanıt vermeli?” diye soruyor.
*
Söylemeye gerek var mı?
Liberal demokratlık, mutlak serbest piyasa ekonomisi militanlığı demektir. Devletçiliğin, kamu hizmetlerinin, planlamacılığın reddi…
Liberal demokratlık, halkçılığa “popülizm” der. Halkçılık ve onun daha gevşek hali olan sosyal devlet felsefesini sevmez; çünkü bu, gelir dağılımı adaleti derdine düşmek demektir. Yük – nimet bölüşümünde adalet, liberal adaletin görüş alanında yoktur.
Liberal demokratlık devrimciliği sevmez. O, kirli “demokrasi projesi” için renkli-güllü-baharlı karşıdevrimleri sever.
Liberal demokratlık laiklikten hoşlanmaz; o ılımlı laiklik dediği sekülerlik modelini sever. Oradan da “ılımlı siyasal dinciliğe” yelken açar.
Cumhuriyetçilik mi dediniz? Liberalizmin şampiyonu İngiltere’de cumhuriyet yok; monarşi var!
Milliyetçilik?! Küresel serbest piyasa ekonomisi, en tepesinde dünya elitlerinin keyif çattığı türden bir kozmopolitizmdir; ne milliyetçiliği!
Özetle, Altı Ok’a elveda!
5
The Mektup…

Tarihimizin kara belgelerinden biri, ülkemizin kurucu partisi için ise kepenklerini indirme belgesidir.